6 Aralık 2018 Perşembe

Üç valiz

Nasıl ağır zaman. Nasıl ahlaksız. Günü yaşarken öyle gri, öyle ağır kanırta kanırta üstümden geçerken uçuş tarihine bakınca nasıl da tez canlı, laf dinlemez, beş yaşında. Çok kafa karıştırıcı. 

Bir uçak gelecek, beni kızımı ve Ali’yi alıp götürecek. Valizde tarhana ve makalelerim. Zihnim 70’lerde köyünden hiç çıkmamış ama şimdi Almanya uçağında olan bir gelin kızın ve uluslararası projelerin toplantılarında rengini ortaya koymayı pek bi bilen akademisyenin zihinlerinin karması.

Şimdi bir uçak gelecek ve beni götürecek ya, aklıma ilk okuduğum kitapların başına düştüğüm notlar geliyor. Tarih, adım ve kitabı okuduğum şehir. Bu anlamına pek de inanmadığım alışkanlıklarımdan yalnızca biri. Hele şehrin adını not düşmem. Kütüphanemde kaç tane Ankara yazılı bilmiyorum. İki elin parmağı kadar Adana var, arada denk geliyorum. Sayfaları en eski kokanlar onlar. Yer yer Ereğli ve bir kaç tatil beldesi. Ama işte Ankara yakın geçmişimin toprağı. Ankara adım gibi kesin bilgi benim için. 

Tatiller dışında hep Ankara yazdı yüzü koyun koltuğa konmak ve üstüne yediğim içtiğim şeylerin dökülmesiyle yazarı kadar imzamı attığım kitapların üstünde.  Ama artık değişecek. Canterbury yazacak. Ne saçma. Ha, insanın aklına ilk bu mu gelir derseniz hakkınızdır. Ama canım kardeşim, insanın aklına ancak gücüne yeten şeyler geliyor. Dile döktüğümüz bir derdimizin olmaması çoğunlukla derdin değil onu gündeme taşıyacak, bilincin en orta yerine o derdi taşıyacak gücün yokluğuna işaret ediyor. Benim durumda da böyle işte. Konum kitaplarım. Sahi hala almadım, oysa en az 5 kitapla gideyim diye not aldım. Başka türlü nasıl yalnız kalınır bilmiyorum.

Şimdi bir uçak gelecek ve beni götürecek ya, aklıma en çok düşen kelime cüret. Cüret etmek. Bir kası var sanki insanın bedeninde gizli bir yerde. Cüret kası. Kimisi doğuştan güçlü. Kimisi için hayat onu geliştiriyor destekle, özenle. Şefkatli anne kolları, neşeli baba oyunları en doğru adres. Cürete sahipler için sahip oldukları şey kollarının olması kadar normal. Yani siz bir ortama girince kolunuzu masaya koyarsınız ya, onlar cüretini koyuyor aynı masaya. Bakmışsınız cüret topluyor tüm dikkatleri kendi üstüne. Hele ki altı doluysa masadaki serçeler için son belli. Tamam diyorlar öyle yapalım. Serçe yüzlerinde garip bir rahatlama ve yenilgi.

İşte eğer ki bu kası pek çalıştırmadıysanız, cüret kolu masaya koymak değil serçe olup aslana karşı durmak gibi görünüyor. Oysa belki gökleri soruyor size aslan. Siz de ona diyorsunuz ki keskin gözlerinle ne görüyorsan o tabi ki. Ben ne anlarım. Üzerinizde uzun uçuşunuzun tatlı yorgunluğu, kanatlarınızda bulutların kokusu evet diyorsunuz gökyüzü senin gördüğün şey. Küçücük bedenimle ne diyeyim senin dediğinin üstüne.

Kendimi serçe gibi gördüğüm ve bunun beni gökyüzü hakkında masallar yazabilecek güçte kıldığını fark etmem yenilerde oldu. Hatta 3 gün önce. Saat bile veririm size. Bazen öyle oluyor, bir kırılmayla hayatınızda bir rengin artık çok daha parlak olacağını anlıyorsunuz. Bu elbette hadi yırttınız demek olmuyor ama az şey de demek olmuyor. Size artık hayatınızdaki turuncu hamburgerci koltuğu rengi değil de Bozcaada’daki gün batımı renginde olacak desem az şey mi?

Şimdi göğsünde turuncunun en güzel tonunu taşıyan bir serçe olarak bineceğim ya ben o uçağa, aklıma gelen bir şey de döngü oluyor. Hayatın içine içine dönen, dönerken eski yollardan geçmeyen ama hep aynı yere varan ama vardığında hep farklı şeyler gördürten bir döngü. İlk evden çıktığımda 15’tim. Şimdi 35. Bu uçak kalkacak ya, en çok da 15’ime saygı duruşu bu. Kendime, emeğime, pek taze cüretime. Her şeyin artık pek de farklı oluşuna. Şimdi bunlar belki size gidecek 3 saatlik yola çalışacak bir sene amma tantana derdirtebilir. Diyin de. Haklı olduğunuz çok yer var. Ama ben de şöyle diyeyim size; bir ikindin güneşi sırtınıza vurup elinizdeki çayın rengini aleve boyarken, yıllardır oturduğunuz koltuğunuzun en rahat köşesini omuriliğinizden bilip en rahat şeklinizi almışken, birazdan yarın ve sonraki günler hakkında tahminleriniz varken ve bunlar yarın güneşin doğacağı bilgisi kadar cepteyken, kalk desem size, hadi kalk. Kalk, kalk, kalk. Üç valiz hakkın var. Doldur hayatını. Çoluğunu çocuğunu tepiştir yerleştir. Korkma, istikamet dünyanın en güzel ülkelerinden biri. Seni şanslı velet seni, hadi, bırak çayı oyalanma. Desem böyle. Evet, kalkarsınız. Sırtınıza vuran güneş boş koltuğu ısıtır ve siz o uçağa binersiniz. Bunların hepsi olur. Ama işte o çay keyfi orada kalakalır. O an, o anın konforu orada donar kalır. Uçaklara almıyorlar alışkanlıkları, bildik üç kuruşluk keyifleri, çayı demledim atla gelleri. Size diyor ki bunlar uçağa konmaz, taşınmaz mallar. Oradan yenisini alın. Yorgan gibi mesela. Ama işte her şey yorgan değil, dünyanın en güzel ülkesinde bazı şeyler yok. Olsa valizimde tarhana olmazdı. O tarhananın yanına Alin’le eve girmeden gördüğüm komşu çocukları, o bildik sohbetleri bile sığdıramıyorum. Bari tarhanaya laf etmeseler.

Nasıl, hafif bir üşüme gelmedi mi?



Hiç yorum yok:

Yuva