19 Aralık 2009 Cumartesi

Cumartesi

Tanrıdan gelip tanrıya varıldığını duyduğumda henüz küçüktüm. Ölüm benim için bir uyku haliydi. Belki biraz daha derini. Öyle olunca tanrının, insanların uyudukları şiltelerinin içinde onları bekleyen "şey" olduğunu düşünmüştüm. Uyanırsın ondan gelirsin, uyursun ona gidersin. Uykunun tatlılığı, ilk yatağa kavuşmanın huzuru dinginliği de tanrıdandı işte. Taşlar yerli yerindeydi.

Hala izleri vardır üzerimde bu sanrının. Yatarken son düşündüğüm uyanırken ilk aydığım tanrıdır genelde. Ama bu aralar taşlar oynadı yerinden. Bir tanesinin gitmesi kalan tüm taşların keyfini kaçırdı. Meğer o taşın varlığında uyumluymuş diğerlerinin kenarları. O gitti, geriye koca bir yığın kaldı. Denizden hevesle toplanan sonra balkon kapılarına konulanlar gibi amaçlarını ve hayallerini kaybettiler.
Oysa çok şeyim vardı benim. Bir kedim bile vardı. Uzun sarı tüylü. Keyfimin kahyası olduğum odam. Dinlediğim güzel müzikler, okuduğum güzel hikayeler, beni neşe içinde söylenen alolara bağlayacak telefonum. Yani ummazdım bu denli yoksunluk sendromunu. Bir cumartesi gününün bu denli ağır geçeceğini akıl etmezdim. Meğersem boşmuş cumartesiyi sevmeler.

Cumartesileri cumartesi, istikbal yatağı tanrının huzuru yapabilmenin kimi önkoşulları varmış.
Onlar olmazsa olmazmış...

Yuva