25 Eylül 2009 Cuma

Mezarlık

Gel bak dedi. Bu benim babam, bu da benim annem. Aşağı taraftakiler de babannemle dedem. Hepsi bir arada bak ne güzel yan yana.
Boş gözlerle baktı çocuk üstünde çalıların sararıp kuruduğu koca mermerlerin dikildiği toprağa ve bu yanyanalığı anlamaya çalıştı. Ama dedi çocuk benimkiler hep ayakta. Toprağın altında anneler için çok küçüktü çocuk. Dört en fazla beş yaşında. Olması gereken ama neden olduğu anlaşılmayan bir geniş yüreklilikle kabul etti annesinin 'bazılarının büyükleri toprakta olur' lafını. Gerisini kurcalamadı.
Gözü, elinde su şişeleriyle oraya buraya su döken esmer akranlarına kaydı. Oyun oynasam ben de keşke onlarla diye geçti içinden ama annesinin elini çekiştirmesiyle oyunun bu garip alanda mümkün olmadığını anladı.
Annenin yüreği sıkıştı çocuk 'ama benimkiler ayakta' diyince. Ayakta olanlardan biri de kendiydi ve hoş değildi toprak altındakiyle kıyaslanmak. Beyninde yıllar sonraya sarıldı sanki film ve karakterleri değişti. Artık mermerde yazan bir kaç harften ibaretti kadın. Zaten ölülerin en katlanılmaz yanı kişinin kendi ölümünü çağrıştırması diye düşündü ve bencilliğine hayıflandı içten içe. Sertçe kolunu çekti çocuğun.
Mermerler insanlar kadar ilginçti. Kimilerinin sahipleri açmadan solmuş gülmeden susmuştu. Sevenleri doyamadan toprak doymuştu. Kimileri toprağın altında bile ülkeler ve sınırları varmış gibi emekli albaydı. Sıfatlara toprak altında bile ihtiyaç mı duyuluyordu, var mıydı orda da uzun siyah çizmeler merak etti kadın.
Her mezarın önünden geçerken engel olamadığı işlemleri yaptı. Ölüm eksi doğum. Ve akabinde, sonuç eksi kendi yaşının mutlak değeri. Arka fonda döndü durdu numaralar kadınsa kendini yarın hazırlaması gereken bayram sabahı kahvaltısının eksiklerini düşünüyor sandı. Kaşar olsa iyiydi. Tek çeşit peynirle geçiştirilecek herhangi bir kahvaltı değildi. Bolca bir omlet de güzel olurdu. Evde yumurta var mıydı evet vardı. Tamam herşey yolundaydı.

Gel dedi anne ve tozlu yola parkettikleri arabaya doğru yola koyuldular. Geri dönüp son kez birşeyler söyledi kadın içinden. Ufak ufak dudak hareketleriyle. Anlamadı çocuk ne dediğini annesinin. Zaten buraya geldiklerinden beri çok da anladığı yoktu söylenilenleri. Yıllar sonra öğrenecekti aslında annesinin de anlamadığını kendi sözlerini, ve hatta bu anlaşılmayan sözleri kendisinin de annesi için söyleyeceğini.

Evlerine yakın markette durdular. Mezarlik boyunca nasıl da farketmemişti kadın, yeşil zeytin gözardı edilebilecek bir detay değildi.

8 Eylül 2009 Salı

Turşular ve filtreler

Sonbahar... Çirkin ankaranın kendine en yakışan renkleri bulup üç ay gözüme güzel göründüğü mevsim. Beynimde en çok okulların açılmasıyla eşleştiği için biraz kaçındığım biraz keyiflendiğim, sinemaya gitmenin en güzel olduğu üç ay. Öyle dev alışveriş merkezlerinin tepesindekilerden bahsetmiyorum. Düzayak, kaldırıma kenarı olan sinemalara gitme mevsimi. En güzel üşümeler, en güzel tarçın renkli hırkalar mevsimi.
Farkettiğim şu ki, bendeki telaş ve huzur en çok sonbaharda uyumlu. Biraz ondan biraz geçinemediği kardeşinden koyar karıştırır tam kıvamında olur ruhum. Kırtasiyeye giderim üç kalem iki defter, yazacak birşey bulunur elbet. Aklım kalır fasulye ve çubuklarda. Ufak bi sorgu beynimde; bu yıl okula başlayacak bir çocuk var mı diye? Sorgum boş döner eli kolu, gözüm kalır rengarenk fasulyelerde (Tanrı'nın da aklına gelmeliydi pembesini yaratmak) aldığım defterlerin kokusunda ararım avuntuyu.
Her sonbahar genel bir kafa temizliğinden evime sıra gelmez. Nasılım bakalım? Halim hatrım? İnce detayım? Var mı kafa yormam gereken? Müdahale için çok mu geç çok mu erken? Yoksa gerek mi yok, ohh o zaman şanslı sonbaharımdayım devam etmeliyim aynen.
Bir de turşu kurmayı bilsem... Her sonbaharda aklıma gelir ilkokul hayat bilgisi kitabındaki kavanozlara turşu kuran anne.Yüzündeki tatlı gülümseme. Ben de turşu kurcam, ben de gülümsicem işte... Yine beynim ve yine eşlemeleri diyip gülüp geçtiğim de olur arama motoruna "turşu kurma +kolay" yazdığımda. Henüz bir turşu ekşimedi kavanozumda ama konu hakkında bilir kişi oldum diyebilirim. Bir çok şeyde birçoğumuzun olduğu gibi...
Ama bu sonbahar farklı olsun. Öyle ki sıra sıra üç küçük kavanoz, hatta dört, turşu olsun tezgahta. Devrimci sonbaharımda ekşisin turşular gülümsesin yüzüm. Tüm heveslerim beynimin tezgahında hiç kimsenin filtresine takılmadan sıralansın yan yana. Hayat bilgisi kitabını süsleyen gülümsemeden olsun bende de. Neyse ne ,ister eşleme ister can çekme. Kessin zihnim de ağız tadıyla turşular yiyeyim. Alayım beynimi de hıyarların arasında bir güzel sirkede bekleteyim...



1 Eylül 2009 Salı

Sebzelikte yaşam

Sebzelikteki sebzeler gibi altlı üstlü yaşıyoruz farklı türlerimizle. Ben bir soğansam üstümde oturan garip aile muhakkak ki mısır. Yani birbirlerine en yakın bir sebzelikte olabilirler. Başkaca bir birliktelik en azından benim damak zevkimin tamamen dışında.
Çocukken dünya küçük diye yaşıyoruz galiba üst üste demiştim. İçimden bi ses bu algının hala ötesine geçemediğimi söylüyor. Neyse en azında bizim sebzeliklerimizin kapısı var. İşte bu akşamda kapımın üzerindeki her kilidi kitlemiş katında tek başına olmanın verdiği esneklikle kabuklarını salmış az acılı bir kuru soğan olarak düşünmekteyim.
Ne düşünür bir soğan mı dersiniz? Çok şey. En çok düşünmemek üzerine düşünür. Nasıl bir şey düşünsem de düşünmeme düşünde uyansam diye düşünür. Nasıl bir salata olur benden diye düşünür. Yaşam mı döker zeytinyağını soğan mı çağırır onu diye düşünür. Zeytinyağını mı düşünüyorum onu döken eli mi diye düşünür. Düşünmek düş’ten mi gelir düşe mi varır kendini yonta yonta diye düşünür. Ama en çok sumak üzerine düşünür.
Çünkü bir tutam sumak yeter soğanı anlamlı kılmaya. Dozunda tadında bir tutam sumak… İnce ince içini dökmüş soğanı alır başlı başına bir ziyafet yapar. Ne onu ezer lezzeti, ne onun sıkıldığı tadı aynen sunar. Yani hem düşünür hem de düşler sumağı soğan. Kimi zaman o kadar uzun sürer ki düşünmesi kabukları saçılır etrafa. Ağlar insanoğlu o dökünce içini. Ağlar ve kaçar. Dönüşte elinde sumak olacak mıdır yoksa soğan baştan savma bir öğrenci menemenine mi kurban gidecektir bilinmez.

Yuva