15 Mayıs 2010 Cumartesi

Doğum günü kavramını yavaş yavaş anlar gibi olduğu ikinci doğum gününde hiç birşey planladığı gibi gitmemiş, aksine işler epey karışmıştı. Etrafta kardeş, doğum, şans, pabuç, dam gibi kimisini bildiği kimisini pek anlamadığı laflar döne dursun, çocuk etrafa ve annesine şaşkın, biçare bakıyordu. Annesinin kucağındaki, kendi bebeklerine nazaran fazlaca çirkindi. Bu kadar olay olması anlamsızdı.

Acaba kardeş çirkin mi demekti. Kardeşler çocuklara doğum günlerinde gelen hediye miydi? Eğer öyleyse Cafera Amca'da satılan kuzu bu 'şey'den daha güzel bir 'kardeş' olmaz mıydı? Çocuğun sorusu bol ama derdini anlatma yetisi ve şansı oldukça azdı.

Aslında bütün olan biten Tanrı'nın espri anlayışıydı ve çocuk bu espriyi 30'una geldiğinde bile pek yerinde bulmayacaktı.

Hafifce yaklaştı 'kardeş'e. Yapacak birşey yoktu. Hakikaten çirkindi ve gözleri kendi bebeğinin aksine yatarken de kucaktayken de kapalıydı. Özelliksizdi bu 'kardeş' ve üstüne üstlük ilerde mayosuna kaçan kumu temizletecek, odasını dağıtacak, evine kedi getirecek, kıyafetlerini çalacak, aynı evde yaşarken onu ne çok sevdiğini anlatan komik bir mektup yazacak, daha da büyüdüğünde ise almayı planladığı biblo fili ivedilik ve düzenbazlıkla elinden kapıp "ayy benim evime ne yakışır diye" kendi sepetine atacaktı.

Çirkin bebekse ilerde kendisini bir süre gerçekten hediye sanacaktı. Bu lafı duyan ablasının ifadesinden "galiba yanılıyorum" diye düşünecek, hediyeleri ve ilgiyi paylaşmaktan nefret edecek, ablasının doğum gününde doğduğunu öğrenen arkadaşlarının anne babası hakında yersiz esprilerine bolca maruz kalacak, ama
ablasına kocasının aldığı pastaya konmanın hazzını da hiç birşeyde bulamayacaktı. Pek çok insan (mesela eniştesi) ablasının doğum gününü kutlarken onu da hesaba katacaktı ve bu aslında hınzırca bir keyif kaynağıydı.

Yuva