3 Ağustos 2011 Çarşamba

Mahalleden arkadaşım

Küçük şehirlerde büyüyeyenler çok daha iyi bilir ki mahalleden arkadaş diye bir gerçeklik vardır hayatta. Tadı köpük helva... Bir de mahalleden arkadaşla babaların pek de tasvip etmediği saatlerde, diyelim ki gece onda, yapılan sohbetler. Ben diyeyim şöbyet siz deyin fıstıklı baklava..



Akşam yemeğinde es verilen sohbet, eğer izin koparıldıysa, bırakıldığı değil çok daha derininden bir yerden devam eder.Anne baba gün boyu beraber gezen iki kızın gecenin onuna konuşacak ne saklayabildiklerini merak ededursun, mahallenin kalbinin atttığı yerde gece onda buluşabilen onüç ondört yaşındaki iki kız çocuğu için gün asıl o zaman başlamıştır. Mesela milli maçlar iyi birer umut kapısıdır bu buluşmalar için. Ne de olsa babanın odağı kız çocuğundan çoktan

kaymış, bir topun peşinde dört beş dönümlük alanda ter atıp durmaktadır. Ve işte mahellenin kalbinin sesinin en güçlü duyulduğu yer bu alandan fersah fersah uzaktadır... Kız çocuk özgürdür ve her özgür kız çocuğu gibi gülücük gülücüktür..



Biliyorum çünkü daha yarım saat önce gördüm böyle kız çocuklarından iki tane. Neşeleri girdikleri gövdenin şeklini alamıyor baştan şekil veriyordu gövdeye adeta. Bir otura bir kalka bir öne bir arkaya eğile kahkahalar atıyorlar, anlatıyorlar da anlatıyorlardı. Gülücükleri gecenin boşluğunda kaybolmuyor karşı kaldırımda yerlerini almış aynı yaşlardaki karşı cinslerinin yüreğine bir yaz yağmuru olup dökülüyordu. Flörtöz kızlarımız, bu aşamada onüç ondört yaşında ne flörtözlüğü diyen muhtemel okuyucuya bir buçuk yaşındaki bir kız 'bebeğin' babasından birşey isterkenki hal ve hareketlerine dikkat etmesini salık verir, kadınlar üzerinde biraz daha çalışması konusunda uyarımı yapar lafıma geri dönerim, belli ki çok hoş buluyor karşı kaldırımda henüz boyu dahi atmamış tombul bir oğlan çocuğunu. Ve neşesine çağırıyor onu. Bak diyor neşe ben de hayat ben de. Gel diyor. Veya ben öyle algılıyorum. Bu şekilsiz gülücüklerin evrimini başkaca yorumlayamıyorum çünkü. Evet bu gülücükler babaya kikirdemekle başlar, gövdeyi rezil edecek şekilde ergenlikte bünyeyi dolaşır ve en nihayetinde

tebessüm formunda son bulur. ileri otuzlarda bile gövdeden fırlayan kahkahalar burada kapsam dışı tabi. Onlar da bi başka yazı konusu...



Erkek çocuklarının ise neşe topu olmak gibi bir derdi yok. Onlar neşedense insanı daha havalı yapan şeylerle meşguller. Uzun ve sofistike olduklarına inandıkları bakışlar atmak veya hayatı, ilerde memurluk sınavlarına hazırlanacaklarını bilmiyormuşuz gibi, serserice yaşama motivasyonları erkek çocuklarının ilk 'oluş' şekilleridir. Aslında 'olmaya' çalıştıktan sonra her 'oluş' şekli mübahtır. Taslaktır ne de olsa ve ilerde 'birşey olmayı' deneyeceğinin müjdecisidir...



Kısaca mahallenin çocukları ne şapşal ve ne tatlılar buradan bakınca. Ve mahalleler ne manasız mahalleden arkadaşın olmayınca..

20 Temmuz 2011 Çarşamba

Deniz

Güneşin gözü artık yerkürenin başka yerlerinde. Saat neredeyse sekiz. Deniz gün boyu koynunda eğlediği insanlardan bunalmış, yalnız kalmanın derdinde. Soğutmuş yüzünü. Sessiz ve çişsiz bi geceye ihtiyacı var denizin. Balıklarıyla dertleşme ihtiyacı...

Yaşlıca bir teyze var denizde. O da zorla değil ya, denizden sıkılmış aslında. Eminim burada çünkü eminim biri demiş ona git romatizmana iyi gelir diye. Teyze sanki denizle yaşıt. Teyze pek anlam verememiş bu iyi gelişe. Onun aklı sanki denizin bile aklına gelmeyecek derinlikte bir yerde kalmış. Orada donmuş bir şeyler teyze için ve hiç bir dalga kıpırdatmaya yetmemiş zihnindekileri. Üstüne yapışmış elbisesiyle teyze denizde tanımlanamadan duran bir nesne.

Kıyıda beni bekleyen iki kadın var. Biri tombik biri biraz daha tombik. Kıyıdaki iki kadın belli ki birbirlerinin derinlerini aşıp kıyılarına kadar gelmiş çoktan. Dilin yetmediği yerde eller kollar yetişiyor, şaşırıyor, kızıyor, gülüyor kadınlar. Kadın sohbetleri böyledir ya zaten, geniş frekans aralığında.
Nisbeten daha az tombik kadını görseniz, bulmacayı yana yatık el yazısıyla dolduruyordur dersiniz. Yani olmadık incelikte bir yaşam az tombik kadınınki. Gerçek denen şeyin üzerinde taşıyamayacağı incelikleri ona küpe gibi, takma kirpik gibi takıyor kadın. O farkında olmuyor ama aslında süpriz hediye olarak alınmış fuşya küpeler gerçeğin kulaklarında çok da hoş durmuyor.

Nisbeten daha tombik kadın içinse gerçek sizinkinden, benimkinden çok başka. Ona ait ve sadece onun aklının erdiği bir gerçeklik bu. Ama öyle fuşyalara da bulanmamış, olduğu gibi küpesiz bir gerçek bu. O yüzden gerçek olmaya yanındaki kokoştan daha yakın gibime geliyor.
Çıkarken denizden düşe kalka, nisbeten daha tombik kadın elindeki havluyu bana doğru yaklaşıp açıyor. İçim ısınıyor birden beş yaşıma dönüyorum. Nisbeten daha tombik kadın iyice kurulanın da taş toplayalım diyor. Beyaz olanları istiyor. Bir kaç tane olsa yeter. Tamam diyorum anneme, biliyorum içinden dilek tutacak her bi beyaz taşla. Teyzem onunkiler pembeli olsun istiyor. Biz de sahilde elimiz mahkum pembe taş arıyoruz. Doğanın aklına gelmeyip de teyzemin aklına düşen pembe taşları aramak bana yine de iyi geliyor.

6 Nisan 2011 Çarşamba

Kalp ve sümük

Söylediklerini her daim dikkate alacağım bir kadın küçücük bir algı bile binlerce düşünceden daha kıymetlidir dedi geçenlerde. Dediği an benden hiç geçmedi. Anlamaya çalıştım, tam olmadı. Bahsettiği bazen içimize girip yerleşen ve pek de ifade edemediğimiz his gibi birşey mydii? Yok değilse düşünmeden algılanan bir şey mi vardı da ben bilmiyordum? Sorulara cevap bulamadım, çok dert de etmedim. Çünkü yenileri takıldı aklıma. Neden düşünce deyince tatlı bir mağruriyet oluyordu da içimde his deyince kağıt kesiği bir azımsama hatta utanç? Ne ara bu kadar önemser olmuştum aklı? Kalbin de kendi içinde bir kıvrak zekası olduğunu anlayalı olmamış mıydı epey? Epey değil hiç olmamıştı galiba. Kalp deyince aklıma gelen göz yaşı ve sümük kavramı tahminimden daha derinlere işlemişti beynimde. Beynim iş çıkışı üstünde takım elbisesiyle hamburger yiyen bir obez amerikalıyı çağrıştırdı bana. Canımsa yeşil çay çekti.

Yuva